Ne kadar kendimiziz?
Yazıya şu soruyla başlamak istiyorum …“Günlük hayatımızda ne kadar kendimiziz?”
Birey yaşamı boyunca değişimle ve dinamizmle her daim karşı karşıyadır. Her ne kadar monoton yaşamından şikayet edenlerimiz olduğu gibi yoğun iş yaşamı ve devamlı hareketlilik halindeki bireylerin de durumu farklı değildir. Hepimiz mutlu olmak istiyoruz. Peki mutluluk nedir? İş tam da bu nokta da karmaşık hale geliyor. Nitekim herkesin mutluluk tanımı görecelidir. Dolayısıyla kimimizin mutluluğu bir diğerini mutsuz da edebilir.
Mutlu muyuz? Mutluluğu ne kadar tanıyoruz?
Doğru mutluluk evrensel değil peki biz mutlu muyuz? Bu soruyu geçenlerde bir Fransız filmini izlerken kendime sorarken buldum… Amelie (2001) yapımı bir film. Başrol kadın Amelie iyi gözlemci hayata karşı düşünceleri ve kendine özgü tutkuları olan genç bir kadın. Hayatta başrol olmaktansa geri planda kalmayı tercih eden ancak çevresindekileri mutlu etmek adına onların isteklerinin gizli takibini yaparak onları isteklerine kavuşturuyor. Peki Amelie mutlu mu? Kendi mutluluğunu çevresindekilerinin mutluluğuyla mı bağdaştırıyor? Sorusu akla geliyor.
Sizce de çevremizdeki birçok bireyde sık sık “o mutlu olsun da…”; “herşey onun için..” bu tarz söylemlerle karşılaşmıyor muyuz? Mutluluğumuzu erteliyoruz. Acaba nasıl olduğunu bilmediğimizden mi? Yoksa henüz hazır hissetmediğimizden mi? Buna filmden şöyle bir karşılık vereyim sizlere… filmde Amelie’nin yapıklarını takip eden camkemik tıbbi karşılığı “osteogenezis imperfekta” olan bir komşusu, hastalığı sebebiyle toplumdan izole bir yaşam sürüyor. Amelie’nin kendi hayatında gözlemci çevresindekilerinin hayatındaki aktif tutumunu “Kemiklerin camdan değil ama hayat seni de kırabilir” sözüyle açıklığa kavuştururken; onun hayattan korkuları yüzünden saklanmasının kırılmasını engelleyemeyeceğini, kendini diğerlerinin mutluluğuyla maskelemesinin farkında olduğunu belirtiyor.
Kendimizi neden saklarız?
Maskeliyoruz kendimiz!. Kendimizi, duygularımızı, çeşitli gerekçelerle kendimizde saklı tutmaya çalışıyor ya da karşı tarafa yansıtmak istemiyoruz. Peki neden?
Psikoloji’de bu durum “duygu düzenleme işlevi” olarak ifade edilir. Yani insanlar duygusal kendini düzenlemeyle hazza dayanarak; iyi hissetmek, iyi duygu durumda kalmak ve kötü duygu duruma sahipseler daha az kötü hissetmek isterler. Bu iki motivasyon çoğunlukla olumlu duygu durumunu sürdürme ve olumsuz duygu durumunu onarma olarak bilinir.
Bu noktada olumsuz duygularımızı indirgemek ve etkisini hafifletmek için de gün boyunca olumlu maskemizi takarız.
Kötü anılarımızdan ya da bize onları çağrıştıranlardan neden kaçarız?
Peki olumsuz geçmiş anılara veya durumlara karşı tutumlarımızı nasıl açıklarız? Hepimiz fark etmişizdir insanlar geçmişten zirvedeki başarıları haricinde pek konuşmak istemezler. Hatta sık sık “açma o defterleri şimdi…”; “eskide kaldı bunlar…”; “moralimi bozma şimdi…”; “ sen de eskiye takılıp kalıyorsun..” tarzı söylemlerle karşılaşırız. Kısacası bize geçmişte olumsuz hissettiğimiz durumlardan ya da kötü anılarımızı anımsatan şeylerden kaçınırız.
Bu durum psikolojide “olumsuz örtük uyaranlar” tabiriyle ifade edilir. Yani bireyin duygu durumu, olumsuz örtük uyaranlarla manipüle edildiğinde kişi, daha iyi olmaya motive olmaya çalıştığından hatırlama görevinde düşük performans gösterebilmektedir. Ya da bu yazının konusu olduğu gibi o esnada nötr maskesini kullanır. Tepkisiz kalır.
Bilimsel adıyla “olumsuz örtük uyanlar” olarak tanımlanan, bizim ise “negatif çağrışım etkisi” şeklinde ifade edebileceğimiz durumlara karşı; bireyde bu uyaranların herhangi bir aktivite ya da olayın bir duygu ile bağdaştırması ile beyinde o aktivite ya da olaya ilişkin hatırlamayı artıran kimyasalların salgılandığı ileri sürülmektedir. Dolayısıyla bireye olumsuz çağrışım etkisi uyandıran koşullardan bahsedebileceğimiz gibi karşı tarafta bu etkiyi uyandırma çabasında da maskelemeye başvurulur. Bu durum kendimizi maskeler ardına saklamakla birlikte karşı tarafı da tutumlarımız veya beklentilerimiz sebebiyle maskelere yöneltebileceğimizi gösteriyor esasen.
“Maske” ve ardındaki “Yüz”fikri
Eğer bir yerde bir maske varsa orada mutlaka bir yüz fikri de vardır. “Yüz fikri” kavramını vurguluyorum, yüzün kendisi değil. Çünkü aslında maskenin, hem ifşa ettiği, hem de gizlediği şey bu yüz fikridir. Yani ardında hangi yüzü sakladığından çok, ardında bir yüz olması gerekliliğini düşünmeliyiz.
“Yüz karşısında maske” bugün kültürümüze ulaştığı biçimiyle olumsuzdur çünkü maskeleme hakikatin örtülmesidir. Kendimizi, duygularımızı ve düşüncelerimizi maskelemek, politik olmakla birlikte bir yandan da illüzyonu söküp atar gibi, bu maskeyi indirmek, ardındaki hakikati nihayet bize göstermek çabası da bir diğer maskeleme sebebidir. Kendimizi maskelemenin aldatıcılığı onu baştan ahlaken, dinen, ideolojik olarak olumsuz kılmaktadır.
Nitekim bedenin diğer bölgelerinden farklı olarak yüz, bir ayna gibi bireyin ne olduğunu ve ne anlama geldiğini göstermektedir. Buradaki yüz bireyin “iç dünyasıdır”. Dolayısıyla kendimizi savunmasız hissettiğimizde bunu karşı tarafa yansıtmamak için de maskelemeye başvururuz.
Maskeleri atın özgürleşin…
Kendimizle ve çevremizle ilişkilerimizi güçlendirdiğimizde, paylaşmaya başladığımızda, güveniriz, takdir ederiz ve bu da dengeli, uyum içinde hissetmemize yardımcı olur. Böylece güçlü profil izlenimi yaratmak için kuvvetler maskesine bürünmemize ve hissettiğimiz her şeye gerekçe aramamıza gerek kalmaksızın ilişkilerimizde daha iyi kararlar almak için sebeplerimiz olur. Başka bir deyişle, kendimize karşı savunmasız olmamıza izin verdiğimizde, gücümüzü kendimizi özgürleştirerek bulabileceğiz.
6000+ Abone Arasına Katılın!
Bültenimize Abone Olun, Birbirinden Güzel Yazıları Kaçırmayın!
Abone Olduğunuz için Teşekkür Ederiz.
Bir hata meydana geldi.